20 Aralık 2012 Perşembe




  • Aklının korunması için Tanrı'ya yalvaran insanın dileği yerine getirildi.O günden bu yana insanın aklı,Tanrı tarafından korundu.Belki bir kasada,belki de cennette.Çünkü aklın,insan bedeninden kaçabileceği beş delik ve akıl yoksunu bedende delilik vardı.Akıl,insandan korundu.İnsan,beş duyulu bir hayvan oldu.Bedeni ölümlü,aklı korunan,beş duyulu bir hayvan.Tanrı'nın insan olarak doğacağı güne kadar böyle sürecek.Aklı,insanla öldüğü gün öpüşecek.Hayattakilerse son ana kadar koklayacak,duyacak,görecek,tadacak,dokunacak ama asla düşünemeyecek.Çünkü aklı alınmış insana bırakılmış olan beyin,sahibine sadece hayal veren bir organdır.Var olanın üzerine kurulan hayaller.Oysa akıl,yoktan düşünce yaratır.Yoktan var etmek bir düşünce,yoktan var ettiğini düşünmek bir hayaldir.İnsan düşünmez,düşündüğünü hayal eder.Akıl sadece Tanrı,beyinse bir çocuk tarafından korunabilir.İnsanı koruyansa ölümdür.Bir hayal organıyla yaşadığı sürece kendine zarar verecek olan insanı sonsuz acıdan kurtaran ölüm,doğumdan üstündür.

                "Amin!" 



  • Ben sigara içip içmediğime karar vermedim. Yıllardır böyle. Çünkü sigarayı sadece bir işi bitirdiğim zaman istiyorum. Onun haricinde aklıma bile gelmiyor. Bitirilmiş bir işin damgası gibi. Dumanı tüten bir damga. İş biter, sigara yakılır. Bu durumda öldükten sonra da bir tane içmeliyim. Hayatı bitirdiğim için. Ama içemeyeceğim için cesedimin yakılmasını vasiyet ettim. En azından, uzaktan bakıldığında sigara gibi görünürüm.



  • Kelimeler taş, ağızlar sapan olduğunda, sakin olmak şarttı
  • İnsanlar ölür. Her şey ölür. Ama sadece iki şey ayakta kalır: Aşk ve Pırlanta. Sonsuza kadar parlarlar. Bir deniz feneri gibi. İnsanlara neyin değerli olduğunu anımsatırlar. İnsan aşık olunca, taş pırlanta olunca ölümsüzleşir.
  • Bazı insanlar, inanması ne kadar güç olursa olsun, zihinlerini boşaltabilirler. Bilgiler, deneyimler, duygular, kişilik özellikleri buharlaşır. Unutmak, var olanı yok etmektir. Geriye sadece hayatı sürdürmek için gerekli olanlar kalır.



27 Kasım 2012 Salı

Her



"ben şiddeti severim kadın!
        el değil kol kaldırırım,
             o da şiddetle sarılmak için.."



  • "sustum ve ağladım o kırılgan konuşmanın ardından… yanımdan geçip giderken o kalabalık caddede binlerce insan, bana verdiğin hediyeni hiç kimseden saklamadım: kimden saklanabilirdi ki zaten birine gözyaşı hediye ediyorsan! "
  • sahip olduğum altıyüzkırk balıktan sonra öğrendiğim tek şey, insanın sevdiği her şeyin bir gün öleceği oldu. o özel kişiyle karşılaştığını sandığın ilk anda, onun bir gün gideceğine emin olabilirsin.
  • ''güveni seçen çocuk,kağıttan bir kayık gibi sadece suyun üstündekileri konuşarak,güvende dolaştı ve derinliklerde ne olduğunu hiç bilmeden bir gün ıslanıp battı.''
  • "yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak, o zaman da çok geçtir ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayatta..."
  • "bilerek mi yanına almadın giderken başının yastıkta bıraktığı çukuru. güveniyordum oysa ben sevgimize .vapur iskelesi yada tren istasyonundaki saatin doğruluğu kadar. beni senin gibi bir de annem terketmiştiki göbeğimde durur onun yokluğundan bana kalan çukuru."
  • "kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor."
  • "oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla
    düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti."
  • '' hep aklında olsun, belki yıllar sonra bir sokakta birbirimizin yanından umarsızca geçerken, ikimiz de diyeceğiz ki 'bu yabancı ne kadar da çok benziyor hatıralarıma.'''
  • " önemli olan, tanrı'nın bir enstrüman yaratmış olmasıdır. insan denen bir enstrüman. ancak yarattığı müzik enstrümanını çalamayan bir usta gibi, tanrı da insandan doğru sesi çıkaramamıştır. bu yüzden, tanrı hariç bütün güçler insanı çalmış ve özellikle de şeytan en güzel melodilerini onunla bestelemiştir. "
  • "düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?"
  • "hayatımın, başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını kaçırmamalıydım." 
  • 'bir kez ben de aristokrat gibi (bilirsiniz; düzgün, dimdik ve gururlu, baş geriye atılmış) durdum. çünkü yükselen bir bataklığın içindeydim. gırtlağıma dek battığımda böyle durdumdu.' "
  • ''nasıl yaşadım on yıl bu evde?bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden?ben ne yaptım.kimse de uyarmadı beni.işte sonunda anlamsız biri oldum.işte sonum geldi.kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım;kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.''
  • ''bu sefer, sarı yapraklar kaybolmadan onları uzun uzun seyrettim. her zaman kaçırırdım da. insanlar ne buluyordu bu sarı yapraklarda? yağlıboya tablolarda gene neyse, fakat yerde? bilmem ki."
  • ''canım insanlar sonunda bana bunu da yaptınız''
  • "sen benim yaşamıma lilliputların ülkesine ayak basan güliver gibi girdin"
  •  "sizi bilmem ama ben her sabah ayakkabılarımı bağlamak için eğildiğimde "-tanrım yine mi?" diye geçiririm içimden"
  • "intihar etmeyeceksek içelim bari."
  • ''pollyanna, benim yanımda eroinman bir orospu kadar umutsuz kalırdı.''
  • ''..bir yara izinin asla çirkin olmadığı konusunda bana katılmanızı rica ediyorum.yara izini yapanlar bunun aksini düşünmenizi isterler.ama siz ve ben, onlara kafa tutma konusunda bir anlaşma yapmalıyız.bütün yara izlerini bir güzellik olarak görmeliyiz.tamam mı? bu bizim sırrımız olsun. çünkü, tecrübelerime dayanarak söylüyorum, ölürken yara izi olmaz.yara izi 'ben kurtuldum' demektir.''
  • "Sana tuz yalatsam;sabaha kadar tuz yerine su'yu düşünürsün;işte çelişki burada gibi görünse de ;nesnel hareketin kanıtıdır bu.Bir durumla uyarılan her durum ,bir başka durumu işaret edecektir.beni sevdiğini söyledikçe sen,ben bir diğerini sevdiğimi hatırlayacağım.Buna ihanet diyemezsin."
  • "Yukarıda bir yerlerde tanrı varsa,umarım benim viski içmem ya da domuz yememden çok daha önemli meselelerle uğraşıyordur."
  • "gerekli olduğunda burda değildi, burda olduğunda gerekli değildi, burda değildi ya gitmiş de değildi."
  • "hey tanrım! ölen de kim, yani kim yaşamış kendi adına. "
  • ne cikar siz bizi anlamasaniz da
    evet, siz bizi anlamasaniz da ne cikar
    eh, yani ne cikar siz bizi anlamasaniz da."

Her



  • "beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. iyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. ilgimi çekerler. küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. serserilerin yanında rahatımdır, çünkü ben de serseriyim. kanun sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam." 
  • "..şunu kabul etmek gerekir ki bu ölümlü dünyada, ne yaparsan yap her şeyin bir sırası oluyordu. gündüzü ve geceyi yaşıyorsunuz, mutluluğu ve acıyı tadıyorsunuz, tüm gücünüzle bunları karıştırıp her sabah büyük bir bardak içiyorsunuz. ve işte sonunda insan oluyorsunuz. aramıza hoş geldiniz, dostum. hayatın eşsiz ve buruk bir güzelliğinin olduğunu göreceksiniz."
  • "unutma ki aşk, işsizlerin işidir."
  • "yalnızca düşünmek için bir ev mi tutsam, içinde düşünmeye engel hiçbirşeyin olmadığı?"
  • ''cennet bahçesindeki sürekli ve kesintisiz mutluluk belki de o kadar sıkıcı hale gelmişti ki,elmayı yemek aslında çok anlaşılabilir bir durumdu."
  • "bu dünyada yapılacak, öğrenilecek o kadar çok şey vardıki, 7 saat uyuyunca kendimi suçlu hissediyordum."
  • "bir , iki , üç , dört , beş.....altı değil...hayat , benden gizlediğin ellerini hangi cebinde saklıyorsun?"
  • ''yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu.''
  • "geri dönersem daha beter. aynı korkunç yollardan bir kez daha geçmem gerekecek. oysa ilerlersem yolun düzelebileceği umudu var"
  • ‘Taşları sürekli dönen bir değirmendir kafa dediğin, ya evlat, arasına bir şey koymadın mı kendi kendini öğütür, sakatlanır.
  • “Bugün de mi yirmi dört saat? Neler oldu oysa. Tek bir günün sırası gelsin diye yaşam boyu bekliyoruz.”

9 Şubat 2012 Perşembe


"Bize hiçbir şey yapmadılar,bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler,çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.Her birimizi tam bir boşluğa,dış dünyaya sıkı sıkıya kapalı bir odaya hapsetmekle,eninde sonunda dilimizi çözecek olan baskı,dayak ve soğuk yoluyla dışarıdan değil içeriden yaratılacaktı.Bana ayrılmış oda ilk bakışta hiç rahatsız etmedi beni.Bir kapı,bir yatak,bir koltuk,bir leğen,bir parmaklıklı pencere vardı odada.Ama kapı her gece gündüz kilitliydi,masada hiçbir kitap,gazete,kağıt,kalem durmasına izin yoktu,pencere bir yangın duvarına bakıyordu;bütün çevreme ve hatta kendi bedenime bile tümüyle hiçlik egemendi.Elimden her nesneyi almışlardı,zamanı bilmeyeyim diye saati,yazı yazmayayım diye kalemi,bileklerimi kesmeyeyim diye bıçağı;sigara gibi en ufak bir sakinleştirici bile benden esirgendi.Tek bir söz söylemesine ve tek bir soruyu yanıtlamasına izin verilmeyen gardiyandan başka bir insan yüzü görmedim,bir insan sesi duymadım;göz,kulak,bütün duyular sabahtan geceye,geceden sabaha kadar en ufak bir besin almıyordu,insan kendi kendisiyle,kendi bedeniyle ve masa,yatak,pencere,leğen gibi dört beş dilsiz nesneyle çaresizlik içinde tek başına kalıyordu;suskunluğun siyah okyanusundaki cam fanuslu bir dalgıç gibi yaşıyordu insan,kendisini dış dünyaya bağlayan halatın kopmuş olduğunu ve o sessiz derinlikten hiçbir zaman yukarı çekilmeyeceğini ayrımsayan bir dalgıç gibi hatta.Yapacak,duyacak,görecek hiçbir şey yoktu,her yerde ve sürekli hiçlikle çevriliydi insan,boyuttan ve zamandan tümüyle yoksun boşlukla.Bir aşağı bir yukarı yürürdü insan,düşünceleri de onunla birlikte bir aşağı bir yukarı yürüyüp dururdu.Ama ne kadar soyut görünürlerse görünsünler,düşünceler de bir dayanak noktasına gereksinim duyarlar,yoksa kendi çevrelerinde anlamsızca dönmeye başlarlar;onlar da hiçliğe katlanamaz.İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz.Bekleyip durur insan.Hiçbir şey olmaz.İnsan bekler,bekler,bekler,şakakları zonklayana dek düşünür,düşünür,düşünür.Hiçbir şey olmaz.İnsan yalnız kalır.Yalnız.Yalnız."

Stefan Zweig-Satranç


9 Ocak 2012 Pazartesi


  • İnsan doğar.On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder.Bu aslında bir histi,bilgi değil.Ve ilk tepkisini verir.Avazı çıktığı kadar bağırarak.Bu çığlık,bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer.Önce,aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık,sonra da aşırı gürültüye dayanamayıp,içlerinden birini,bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir.O da gidip" Biz de çaldırdık cüzdanı,ne var?Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?" der.Böylesi bilimsel bir müdahale için,genelde diplomalı olanlar tercih edilir.Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı,gerçeği kabullenir ve çevresindeki boşluğu insanlarla doldurur.Buna,büyüme denir.Yetişkin olma.Tam olarak yetişkin uysallığı.Yapay bir haldir.Tasarlanmıştır.İşlevselliği üzerinde hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir.Yetişkin uysallığının temeli,toplumun varlığının sürdürebilmesi için toplumdaki her bireyin bir boka yaraması gerektiği inancında yatar.Ve en önemlisi,yetişkin uysallığı,tamamen ölçüsüz bir dünyada,milimetrik biçimde ölçülüdür.Yaş ağacın eğilip kendi köküne oral seks yapmasından ibarettir.Oysa on dört yaşındaki bir çocuğun,ergen öfkesi olarak nitelenerek küçük görülen aşırı davranışları,doğal olandır.Gözlerindeki doğum çapakları dökülmüş ve dünya üzerinde dönen bütün dolapların sırtına yüklenmiş olduğunu anlamıştır.Kendini odasına kilitleyip dışarıyı dışarıya hapsetmeye çalışır.Ya da bütün kapıları ve duvarları avazı çıktığı kadar bağırarak yıkmaya.Tepkileri,insanın ateş saçan bir ejderhayla karşılaşınca vereceği türdendir.Dolayısıyla bu tepkinin ,hayatta kalındığı sürece,yani ejderha yok olup gitmediği sürece devam etmesi gerekir.Ancak tabii ki,böylesi bir hayat boyu ergenler güruhu toplum yapısını sikip atacağından,yetişkin uysallığına geçiş,insanlığın bir gereği olarak algılanır.Toplumsal bir farz.Ama bazılarının kafası kalındır ve onlar son nefeslerine kadar bağırmaya devam eder.Çünkü hayat aşırı bir süreçtir,çünkü dünya aşırı bir yerdir ve ikisinin de hak ettiği,suratlarının ortasına inen aşırı şiddetli yumruklardır.Bü yüzden,ergen isyanı,bir insanı öldürmek için onu altmış kez bıçaklamaktır.Çünkü gözlerini dünyaya ancak on dört yaşlarında açabilen biri,her insanın,ağzı tüten en az altmış ejderha tarafından kuşatılmış olduğunu anlayandır.Sonuç olarak,insanlığın ergenlik hali,bütün aptallığına rağmen,hayatı boyunca,özgür bir yaratığa en çok benzediği dönemdir...

Ne zaman ki hayat ve dünya uysallaşır,o zaman ergenlerden sakin olmaları beklenebilir.Ama daha önce değil.

  • Çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde,insanlar çocukları bombalıyorsa,bunu bilmeye gerek yoktu.O dünya zaten yanık çocuk eti kokardı.Eğer bir yerlerde,başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa,bunu da bilmeye gerek yoktu.O dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı.Ve çocukların burunları bu kokuları alır,ergen öfkesi olarak a geri verirlerdi.Ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar.Stanley için o gün gelecek miydi,bilinmez ama şimdilik kendini kamçılatıyor ve eroin kullanıyordu.Adını koyamadığı ve nereden kaynaklandığını bilmediği bir çaresizlikten.En az on dört yaşındakiler kadar anlatamıyordu derdini.Bir şeyler hissediyor ama hiç bir halt bilmediği için,sürekli kokusunu aldığı boku bir türlü göremiyordu.Bu yüzden ergenlerin çoğu gibi kendini deli sanıyor ve deliliğini bulaştırmak için birini arıyordu.
         Derda'dan daha iyi bir suç ortağı bulamazdı.Bir zamanlar,sinir uçlarında gezdikçe,siyah eldivenli parmağı kirlenip dışkı kokan kıza ilk eroin iğnesini Stanley batırdı.Böylece ödeşmiş oldular.Böylece Derda,zevk ve acıyı,insanların birbirlerine sırayla verdiklerini öğrendi.Önce Derda Stanley'e sonra Stanley Derda'ya,önce çocuklar ebeveynlerine sonra ebeveynler onlara,önce geçmiş geleceğe sonra gelecek geçmişe,önce doğa insana sonra insan ...Önce ölüler hayattakilere sonra hayattakiler...Sırayla...Birbirlerine...Acı ve zevk verip...Sonsuza kadar...Mutlu...Dolce vita,amına koyayım!



Hakan Günday-Az